• " Hayatla Hayallerinize Yolculuk "

AL Hayat Tour

Hac Bilgi Servisi

HAC
İslam’ın en hikmetli, en saltanatlı, en ihtişamlı, Türkçe tabirlerle en görkemli ibadetlerden biriside hacdır.
İslam’ın beşinci şartı hacdır. Ya’ni, ömründe bir kerre, Ka’be-i mu’azzamaya gitmek farzdır. İkinci ve daha sonra yapılan haclar, nafile olur. Hac, lügatda, kasd etmek, yapmak, istemek demektir. İslamiyette, belli bir yeri, belli bir zamanda, belli şeyleri yaparak ziyaret etmek demektir.

"Şüphesiz, 'Safa' ile 'Merve' Allah'ın işaretlerindendir. Böylece kim Evi (Ka'be'yi) hacceder veya umre yaparsa, artık bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur. Kim de gönülden bir hayır yaparsa (karşılığını alır). Şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, bilendir." (Bakara,158)

KABE
MESCİD-İ HARAM
Mescid-i Haram, Mekke-i Mükerreme’de ortasında Kâbe’nin bulunduğu büyük bir mabeddir. Mescid-i Haram’a “Harem-i Şerif” de denilmektedir. Yeryüzünde ilk yapılan mescid budur. Mescid-i Haram denilmesi, ihtiram ve saygı vacip olduğu içindir. Hadis-i Şerif de: Mescidimde (Medine’deki Mescid-i Nebevî) bir namaz, başka mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz ise diğer mescidlerde kılınan yüz bin namazdan daha faziletlidir. buyuruldu.Burada ikram edeceğiniz bir bardak su, başka yerlerde yüzbin kişiye ikram edeceğiniz suya eşittir. Aynı şekilde bu kudsî beldede işleyeceğiniz bir günah ve adapsızlık da yüzbinle çarpılır.

Mescid-i Haram ve metaf (tavaf alanı) zamanımıza kadar zaman zaman genişletilmiştir. Şöyleki: Hz.Ömer, (r.a.) etrafda bulunan kulübeleri satın alıp genişletti ve etrafını duvarla çevirip, duvarların üzerine de kandiller koydurdu. Hz. Osman, (r.a.) biraz daha genişletip, duvarları yükseltti ve duvarların üzerine sundurmalar koydurttu.Devlet-i Ali Osmaniyye, tavaf alanını şu andaki mevcut hâline genişletti. Kenarlarına altın işlemeli varaklar (kubbe) yaptı. Amma kubbelerin Beytullah’dan yüksek olmamasına dikkat etti.Suudlar zamanında mescit kısmı son şekliyle genişletildi. KÂBE Allah’a c.c ibadet olunmak üzere, yeryüzündeki ilk yapılan bina Kabe’dir. Kabe, Mescid-i Haram’ın ortasında, duvar uzunlukları 11-12 m. arasında değişen yaklaşık 13 m. yüksekliğinde, taştan yapılmış dört köşe bir binadır. Üzeri, her sene hac mevsiminde yenilenen siyah bir örtü ile örtülüdür.Köşelerinden çapraz olarak iki hat geçtiği düşünülürse, bu hatların uçları yaklaşık olarak dört aslî yönü gösterir. Bu köşelerden herbirinin ayrı ismi vardır:Doğu köşesine “Rükn-i Hacer-i Esved” veya “Rükn-i Şarkî”, güney köşesine “Rükn-i Yemanî”, batı köşesine “Rükn-i Şamî”, Kuzey köşesine de “Rükn-i Irakî” denir. hacer-i esved Hz. İsmail’in Ebu Kubeys dağından getirdiği “Hacer-i esved” denilen taşı Hz. İbrahim, tavafa başlanacak yere işaret olarak, halen bulunduğu köşeye yerleştirdi. Bina tamamlanınca ilk tavafı yapan Hz. İbrahim ve Hz. İsmail: “Ey Rabbımız, bizden bu hizmeti kabul buyur, şüphesiz ki sen, duamızı duyuyor, niyetimizi biliyorsun” diye niyaz ettiler. (Bakara 127) Kabe’nin inşası bittikten sonra Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim’e, bütün insanları haccetmek üzere davet etmesini emretti. (Hac, 27-29) (6890)-

İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Haceru’l-Esved’e yöneldi, sonra dudaklarını üzerine koyup uzun müddet ağladıktan sonra ondan ayrıldı. Bir de baktı ki, Hz. Ömer de yanında, o da ağlıyor. Hemen: “Ey Ömer, gözyaşları burada dökülür” dedi.(K.Sitte) Hacerü-l Esved, Âdem a.s. ile berâber cennetden indirildi. Âdem (a.s.) Kâbe-i Muazzamaya yerleştirdi, Nuh tufanında Ebu kubeys Dağına emanet edildi, İbrahim a.s. Beytullahı bina ederken şimdiki yerine yerleştirdi.Bilâhere 12 parşaya bölünen Haceru-l Esvedi Sultan Dördüncü Murat Han kurşun içersine toplayıp, gümüşden bir muhafaza yaptırdı. Dört mezhebin ittifakı ile: Kimseye eziyet etmeden, kendi de ezâ görmeden Hacer-i Esved’i öpmek lâzımdır. Çünkü öpmek sünnet, ezadan kaçınmak vaciptir. Tavafa başlarken, her şavtın sonunda ve sa’ye başlarken bu taşı istilam etmek sünnettir. (Buhari)Efendimiz s.a.v buyurdular ki: “Muhakkak ki, Hacer-i Esved, cennet yakutlarından bir yakuttur. O kıyamet günü iki gözü, kendisini hak ve sıdk ile istilam edenlere şahitlik yapan ve konuşan bir dili olduğu halde diriltilir.”Âbis b. Rebîa (r.a) anlatıyor: “Ben Hz. Ömer’i (r.a) Haceru’l-Esved’i öperken gördüm. Onu hem öptü, hem de:”Biliyorum ki sen bir taşsın, ne bir faydan ne de zararın vardır. Ben Resûlullah’ı (s.a.v) seni öper görmeseydim, seni asla öpmezdim” dedi.” [Buharî] Atâ, Haceru’l-Esved’in bulunduğu köşeye gelince:”Ey Ebu Muhammed! Bu Haceru’l-Esved rüknü hakkında ne işittin?” dedi. Atâ şu cevabı verdi:”Ebu Hureyre (r.a) bana, Resûlullah’ın (s.a.v):”Kim Haceru’l-esvede yönelirse, şüphesiz Rahmân (olan) Allah’a yönelmiş olur” buyurduğunu anlattı.” Hatim Ve Hicr-İ İsmâil Rükn-i Irâkî ile Rükn-i Şâmî’nin arasında, altın oluğun karşısında, Kâbe’nin kuzeybatı tarafında, yerden 1,25m yükseklikte, 1,5m kalınlığında, yarım dâire şeklindeki duvara hatim denir. Tavâf bu duvarın dışından yapılır. Bu duvar ile Kâbe arasındaki boşluğa da Hicr-i Kâbe veya Hicr-i İsmail denir.Hz. İbrahim’in yaptığı Kabe binasına bu kısım da dahildi. Dolayısıyla Hatim’in iç kısmı Kâbe’den sayılır. Peygamberimizin nübüvvetinden 5 yıl kadar önce Kabe’nin Kureyş kabilesi tarafından yapılan tamiri sırasında inşaat malzemesi yetmediği için, bu kısım binanın dışında bırakılmıştır.( Kabe, Hz. İbrahim’in inşasından itibaren muhtelif tarihlerde tamir edilmiştir. Kureyşlilerin bu tamiri, Kabe’nin beşinci tamiridir.) Hz. İsmail ile annesi Hacer’in buraya defnedilmiş oldukları rivayet edilir. Kabe’ye dahil olduğu için, tavafın, bu duvarın dışından yapılması vaciptir. Hz. Âişe vâlidemiz buyurdu ki; Kabe’nin içine girmeyi ve orada namaz kılmayı arzu ederdim. Rasülullah (s.a.v) bir gün elimden tutup beni Hatim’in içine soktu ve buyurdu ki; “Kâbe’ye girmek istediğin zaman Hatim’e gir. Orada namaz kıl, zira Hatim, Beytullahtan bir parçadır”.

Makamı İbrahim Makâm’ı İbrâhim: Beytullah’ı inşâ ederken Hz. İbrahim’in iskele olarak kullandığı mübârek taşın bulunduğu yerdir.Hz. Ismail taş taşıdı, Hz. İbrahim de duvarları ördü. Duvarlar yükselip yerden erişilemez olunca, Hz. İsmail “Makam-ı İbrahim” adı ile ziyaretgah olan taşı getirdi. Hz. İbrahim bu taşı, iskele olarak kullandı.Bu gün dâhî İbrahim Aleyhisselâm’ın mübarek ayaklarının izleri, bir mûcize olarak bu taşın üzerinde apaçık bir şekilde görülmektedir. Şimdi bu mübârek taş, kafes şeklinde camdan yapılmış bir muhafaza içinde tavaf mahallinde bulunmaktadır. Âyet-i kerimede: “Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” buyururdu. (Bakara 125) Eshab-ı Kiram başta olmak üzere Selef-i Salihin efendilerimiz namaz, zikir, dua ve sair ibadetler için Makam-ı İbrahim’de bulunmayı itiyat edinmişlerdir. Mümkün olduğu takdirde tavaf namazını Makam’ı İbrahim’de kılmak müstehaptır.

Mizâb-ı Kâbe (Altun Oluk) Yağmur sularının akması için, Kâbe’nin Hatim’e bakan üst kısmının ortasındaki Altın Oluğa Mizâb-ı Kâbe denir. Selef-i Salihin’den rivayet olunmuştur ki;“Hatim’in içinde, altın oluğun altında dua müstecabtır. Allah dostları ibadetlerini îfâ için burayı tercih etmişlerdir. Burası duânın çabucak kabûl edildiği yerlerdendir.”Hz. Osman (r.a) buyurdularki:“Bana sorun, nereden geliyorum.? Ben Oluğun altından, cennetten geliyorum. Oluğun altında kılınan namaz cennette kılınan namaz gibidir.” Mültezem Kâbe’nin, kapısı ile Rükn-i Hacer-i Esved arasındaki 2m yere mültezem-i şerif denir.Hacıların Beytullah’ı tavaftan sonra bu mübarek mevkide duayı iltizam etmelerinden dolayı “mültezem” diye isimlenmiştir.Amr İbnu Şuayb (r.a) babası tarikiyle bildiriyor:”Abdullah’la (ki babasıdır) tavafta bulundum. Haceru’l-Esved’e gelip istilâmda bulundu. Rükn ile kapı arasında (Mültezem’de) durarak göğsünü, yüzünü, kollarını ve avuçlarını şöyle yamadı -onları iyice açarak gösterdi- ve sonra:“İşte Resûlullah’ı (s.a.v) aynen böyle yaparken gördüm!” dedi. (Ebu Dâvud) Zemzem Kâbe’nin doğusunda, Cenab-ı Hakkın, Hz. Hacer ve oğlu İsmail Aleyhisselam’a ihsan ettiği sudur.Zemzem-i Şerif, 42 m derinliğindeki kuyudan çıkmaktadır. Peygamber Efendimiz buyurdularki: Allah Teâlâ, İsmail’in annesine rahmet eylesin, şayet o, zemzemi kendi haline bıraksa –yahut suyu avuçlamasa- idi, zemzem akar bir su olurdu”Zemzem-i Şerif’in fazileti hakkında Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyorlar ki:“Yeryüzü üzerindeki suların en hayırlısı zemzem suyudur. Onda taamların özü, maddi ve mânevi hastalıklara şifâ vardır. ”“Zemzem suyu ne için içildi ise onun içindir. Eğer şifa dileyerek içecek olursan, Allah sana şifa verir. Şayet karnının doyması için içersen, Allah seni doyurur. Eğer susuzluğunu kesmesi için içersen, Allah hararetini keser. O, Cebrail’in (a.s) kazdığı su kuyusu ve yüce Allah’ın İsmail Aleyhisselam’a ikrâmıdır. ”“Bizimle münafıklar arasındaki alametlerden birisi de onların zemzemden kana kana içemeyişleridir. O halde bizler zemzem’i kaburgalarımız doluncaya kadar içmeliyiz.”(6910)- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Zemzem suyu ne maksatla içilirse o maksatla faydalıdır.” (K.Sitte)Bu hadis, zemzem içerken niyet etme edebini getiriyor: Açlığın veya susuzluğun giderilmesine niyet edilebileceği gibi, hastalığa şifaya veya bir başka şeye de niyet edilebilir. Bazı şarihler bittecrübe, Allah’ın izni ile niyetlerinin yerine geldiğini ifade etmişlerdir.Allah Resûlü’nün (s.a.v) içinin zemzemle yıkanması, zemzem suyunun faziletine işaret etmektedir. Çünkü Peygamber Efendimizin (s.a.v) mübarek içi, mübarek yerde sadece zemzemle yıkanmıştır. Cennet suyu değil de neden zemzem? Allah Resûlü’nün (s.a.v) içi, daha temiz ve bereketli olan cennet sularıyla değil de zemzem ile yıkanmasının hikmeti nedir?Şayet cennet suyu ile yıkansaydı o yeryüzünde akan bir su olmadığı için ümmet bu dünyada onun bereketiyle nasiplenemeyecekti. Zemzemle yıkanmıştır ki o su, gökten inip yerde duran sulardandır. Ümmet ondan faydalanır. Zemzemin bereketi 1. Zemzem ümmet için bereket vesilesi olmuştur. 2. Zemzemin çıkış yeri, en bereketli yere (Kabe’nin yanına) hastır. 3. Zemzemin yeryüzüne ilk çıkış sebebi Allah Resûlü’nün (s.a.v) atası Hz. İsmail (a.s)olmuştur. 4. Hz. İsmail’in (a.s) annesi Hz. Hacer annemiz, zemzemle gıdalanıyordu. Yeme ve içme ihtiyacını onunla gideriyordu. Bu bereket, zemzemden başka bir suya verilmemiştir. 5. Zemzem, yeryüzüne Cibril-i Emin vasıtasıyla çıkmıştır. Zemzemin, aslı mübarektir, mübarek yerde çıkmıştır, mübarek seyyid (Hz.İsmail as) için ilk çıkarılmış, mübarek Emin (Cibril) vasıtasıyla çıkmıştır. Bütün bunlar zemzemin şeref ve yüceliğini çoğaltmak içindir. Allah Teala mahlukatından ister canlı ister cansız olsun dilediğine ikram eder, onu yüceltir. Peygamberlerin Kabirleri Kâbeyi ilk tavaf eden meleklerdir.

Hicr’den Rükn-ü Yemâniye kadar peygamberlerin kabirleri vardır. Herhangi bir peygamber, kavminin eziyetine maruz kalınca çıkıp Kâbe’ye gelir, orada ölünceye kadar Rabb’ine ibadet ederdi (H.Sahabe). Kabenin yeniden inşası Kâinatın Efendisi 35 yaşında idi.Bu sırada Kureyş Kabilesi, Kabe duvarlarını yıkıp, yeniden tamir kararını verdi. Son olarak gelen büyük bir sel, Kabe’yi bütün bütün sarsmış ve duvarlarını çatlatmıştı.Bu arada, Kadının biri Harem’de ateş yaktı. Ateşin korundan sıçrayan kıvılcımlar, Kabe’nin örtüsünü tutuşturdu ve yanmasına sebep oldu. Mekkeliler, artık, verdikleri kararı bir an evvel gerçekleştirme gayretine girdiler. (İbn Hişam Sire)Kabe duvarlarının taşlarla örülmesi işi, kur’ayla kabileler arasında dörde taksim edildi. (İbn Hişam Sire)Her kabîle, kendisine düşen tarafı yıkıyordu. Hz. İbrahim’in attığı temele kadar inildi. Bundan sonra, birbiriyle kaynaşmış deve sırtı gibi yeşil yeşil taşlar görülmeye başlandı!Niyetleri, daha da aşağı inmekti. Ne var ki, buna muvaffak olamadılar. İçlerinden biri bu yeşil taşlara kazmayı sallayınca, birden zelzeleye uğramış gibi Mekke’nin sarsıldığını gördüler. Herkeste bir korku ve telâş başladı. Bundan sonrasını yıkmaya müsaade bulunmadığını anlayıp, kazdıklarıyla iktifa ettiler. (İbn Hişam Sire)

SAFA VE MERVE
Safa: Kâbe-i Şerif’e 130 m mesafede küçük bir dağdır. Sa’yin başlangıç yeridir. Merve: Beytullah’a 300 m mesafede küçük bir dağdır. Sa’yin bitiş yeridir. Yüce Allah şöyle buyurur:Şüphesiz Safa ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir. İmdi her kim Kâbe’yi hac eder veya umre yaparsa, onların ikisini de tavaf etmesinde bir günah yoktur. Ve her kim gönlünden koparak bir hayır işlerse iyi bilsin ki, Allah şükrün karşılığını veren ve her şeyi bilendir. (Bakara s., Ayet:158) Rivayet olunduğuna göre devri cahiliye de Safa üzerinde «İsâf» namında bir put, Merve üzerinde de «Naile» namiyle diğer bir put vardı, cahiliye müşrikleri bunların arasında tavaf eder ve bunlara mesheylerlerdi, islâm gelib esnamı kırdıktan sonra müslümanlar Safa ile Merve arasında tavaftan çekindiler, nahoş gördüler, bunun üzerine bu âyet nazil oldu ki korkmayın bunda günah yoktur, bil’akis bunlar şeairi ilâhiyedendir diye bu tavafa teşvik buyuruldu ve bu teşvikin bir nevi vücub ifade eylediği de hadîslerle beyan edildi ve tavafa Safadan başlamak farz değilse de vacib oldu. Hazreti İbrahim, bırakıb gittikten sonra bu vadide Hz. Hacer ile Hz. İsmail susuzluktan son decere daralmışlardı. Hacer, ciğerparesini mevkii Hareme koymuş, su aramak için tepeden tepeye koşmuştu ve bu sırada cenabı Allah inayetini izhar ederek Zemzem kuyusunun yerinde su fışkırtmış ve son dereceye gelen hali zaruretlerinde imdadlarına yetişmiş ve bu suretle şunu göstermiş idi ki: Allah tealâ dari Dünyada sevdiklerini ba’zı mihnetlere düçar ederse de kendisine dua ve ilticadan ayrılmıyan ve bu babda elinden gelecek son vüs’unu sarfederek sabr-ü sebat edenleri behemehal ve ankarib ferah-ü ferecini ihsan ile imdad eyler. İşte buna alâmet olmak üzeredir ki Safa ile Merveyi kıyamete kadar şeairinden olarak göstermiştir bütün mü’minler ve ânifen beyan edildiği üzere böyle biraz korku, açlık ve sair mihen-ü mesaib ile imtihan olundukları zaman me’yus olmamalı ve müjdeli sabra ermek için çalışmalıdırlar. Müşriklerin bir vakıt bu tepelere putlar koymak gibi tecavüzleri bile bu hatırayı ifna edemez, tavafa bunların ilâvesi günah değil sevabtır.

MESCİD-İ NEVEBİ
HÜCRE-İ SAADET
Peygamber Efendimiz, Ahirete irtihal ettiğinde nereye gömüleceği hususunda ihtilaf oldu. Hz. Ebû Bekir (r.a) kendisinden işitip de, unutmadığım hadisinde Rasulullah (s.a.v) “Hiç bir Peygambere nerede vefat etmişse oradan başka yerde kabir kazılmaz.”[1] buyurduğunu söyledi. Bunun üzerine Hz. Aişe’nin odasında, Peygamberimizin yattığı döşeğin altının kabir olarak kazılmasına karar verildi.Hücre-i Saadette 3 kabri şerif vardır. Bunlar Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz Ömer’in kabirleridir. Bu kabirlerin konumu hakkında görüş farklılıkları olmuşsa da tercih edilen görüşe göre, Efendimizin Kabri Şerif-i önde, hücrenin kıble tarafındadır. Hz. Ebû Bekir, Rasulullah’ın hemen arkasında başı Rasulullah’ın omuzları hizasındadır. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’in arkasında onun başı da Hz. Ebû Bekir’in omuzları hizasındadır.Hz. Aişe validemiz, Peygamber Efendimiz odasına defnolunduktan sonra aynı odada hayatını devam ettirdi. Babası Hz. Ebu Bekir iki yıl, iki ay sonra vefat edince o da Rasulullah’ın yanına defnolundu. Hz. Aişe yine aynı odada hayatını sürdürmeye devam etti.2. Halife Hz. Ömer kendisine yapılan suikast sonucu yaralanıp ölüm anı yaklaşınca, Efendimiz ve Hz. Ebu Bekir’in yanına defnolunmak için Hz. Aişe’den izin istedi. Hz. Aişe annemiz “Ben orasını kendim için düşünmüştüm fakat bugün seni, nefsime tercih ediyorum.” diyerek defnine izin verdi.[2] Hz. Ömer’in defnolunması ve odaya bir yabancının girmesi sebebiyle kabirlerle hücrenin geri kalan kısmı arasına bir duvar ördürerek bir kapı yaptırdı. Aişe validemiz bundan sonraki hayatını bu kısımda geçirdi. MESCİD-İ NEBEVÎ’NİN İNŞASI Mescid-i Nebevî’yi Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz ashabı ile beraber inşa etmişlerdir. Rasulullah (s.a.v.) bizzat mübarek bedeni ile çalışmış ve Mescid’in inşasında çalışanlara dua etmiştir. Efendimiz, Medine’ye geldiğinde devesi mescid’in yapılacağı yere çöktü. Burası Ensar’dan Sehl ve Süheyl adında iki yetime aitti. Arsa sahibi olan iki yetim Esad İbn-i Zürare’nin himayesinde ve evinde kalıyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) bu iki yetimi huzuru saadetlerine çağırdı ve arsalarına mescid yapmak için onlara daha büyük bir arsa teklif etti. Onlarda; “Onu biz size bağışlarız Ya Rasulullah!” dediler. Fakat Rasulullah (s.a.v.) on dinar karşılığında bu arsayı satın aldı. Hz.Ebû Bekir’e bu parayı ödemesini emretti. Esad İbn-i Zürare tarafından arsanın etrafı duvarla çevrildi. Rasulullah (s.a.v.) Medine’ye teşrif etmeden önce Esad İbn-i Zürare Cuma günleri arkadaşlarını toplar ve burada cemaatle namaz kılarlardı. Mescid’in yapılacağı yerde müşrik kabirleri vardı. Yabanî hurma ağaçlarının kapladığı bu alan harabe görünümündeydi. Rasulullah’ın emriyle müşriklerin kabirleri başka tarafa nakledildi. Yabanî hurmalar kesilip, çukur yerleri tesviye edildi. Önce Mescid’in temelini kazıp bir buçuk metre kadar derinleştirdiler ve temele ilk taşı Efendimiz koydu, ikinci taşı Hz. Ebû Bekir (r.a.) koydu, üçüncü taşı Hz. Ömer (r.a.), dördüncüyü Hz. Osman (r.a.), beşinci taşı da Hz.Ali (r.a.) yerleştirdiler.

Mescid, günümüz ölçülerine göre otuz beş metreye otuz metre ebadında, yaklaşık bin elli metrekarelik bir alanı kapsıyordu. Taş olan temelin üzerine kerpiçle devam edildi. Direkleri hurma ağacından, çatısı ise hurma yaprakları ve lifleri ile örtüldü. Yüksekliği iki metreyi aşkın, zemini topraktı. Hac veya umre niyetiyle kutsal topraklarda bululanların Peygamber Efendimizin kabri şeriflerini ziyaret etmeleri mendup kabul edilmiştir. Mali durumu müsait olanların bu ziyaretleri vacip derecesinde önemli görülmüş, çok büyük bir mazereti olmadıkça terk edilmesi gaflet sayılmıştır. Mescidi Nebevinin ölçüleri: Mescit ilk yapıldığında 35 * 30 metre genişliğinde, 2,5 m yüksekliğinde idi. Mescidin temeli taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma kütüklerinden, damı da ince hurma dallarından idi.Efendimiz sav hicretin yedinci yılında hayber savaşından dönünce ilk genişletmeyi yapmıştır. Enlemesine 20, uzunluğuna da 15 m ekleyip 50*50 m genişliğinde olmuştur. Şu an hali hazırdaki batı tarafında bulunan, üzerinde sırasıyla yazılan “nebi s.a.v’ın mescidinin sınırı” yazılı olan direkler Efendimizin sav genişlettiği kısmın sınırını gösterir.Efendimizin sav ezvacı tahiratından hayatta kalan olmadığı için odaları Ömer b. Abdülaziz zamanında mescide dahil edilmiştir.Sultan Abdülmecid (1848-1861 miladi) Mescidi Nebeviyi genişletmiş ve damını kubbeli yapmıştır, kurşun levhalarla örttürmüştür. Abdullah Zühdü Efendi de Mescidi Nebevinin kubbelerine, duvarlarına, direklerine ve mihraplara ayetler hadisler ve diğer yazıları yazmıştır.Suudi Melik Abdülaziz (1949-1955 miladi) tarihinde Mescidi Nebeviyi genişletmiş eni 91 m, boyu 128 m olmuştur. Yapının ortasında 12 adet açılıp kapanan gölgelikler yapılmıştır.Son olarak Melik Abdülaziz’in oğlu Fahd 1984 yılında en son genişletmeyi başlatmış 1994 yılında tamamlanmıştır. Bir önceki yapının kıble tarafı hariç diğer üç tarafından genişletilmiştir. 2103 adet direk bulunmaktadır. Direklerin mesafesi 6*6 m’dir. Üzerinde kubbe olanların mesafesi ise 18*18 m’dir. Mescidi Nebevide açılır kapanır kubbesi 27 adettir.

RAVZA-I MUTAHHARA
“Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim Kevser üzerindedir.”[3] hadisi şerifleriyle Peygamber Efendimiz Ravza (cennet bahçesi) nin sınırlarını çizmiş ve faziletini beyan etmiştir.Ravza’nın genişliği; Hane-i Saadetleri ile minber arasındaki ve şu anda yeşil renkli halılarla ayırt edilmiş direkleri beyaz mermerden, süslemeli olarak sınırları belirtilmeye çalışılmış, yaklaşık 22 metre uzunluğunda 15 metre genişliğinde 330 m2’lik bir sahadır. Allah’ın rahmeti sürekli Ravza’dadır.Ravza-ı Mutahhara’nın, cennet bahçesi olarak nitelenmesi hakkında çeşitli yorumlar vardır: a- Gerçek bir cennet bahçesidir, ahirette cennete nakledilecektir. b- Burada kılınan namazlar, okunan Kur’anlar, zikir ve dualar bereketiyle, rahmet inerek oluşan manevî huzur sebebi ile cennete benzetilmiştir. c- Buradaki ibadetler, cennetin yolunu açtığı için cennet bahçesi denilmiştir.

MESCİD-İ NEBEVÎ’DEKİ MİHRABLAR
Şu anda Mescid-i Nebevî’de 5 adet mihrab vardır. 1- Peygamberimizin Mihrabı: Peygamberimizin zamanında mescidde mihrab bulunmuyordu. Kıblenin Kâbe’ye doğru değişmesinden sonra Resûllullah Efendimiz on günden fazla bir zaman namazlarını Hz. Âişe sütünunun yanında kılmıştı. Daha sonra şimdiki mihrabın yakınında kılmaya devam ettiler. Günümüzdeki mevcud olan bu mihrab ilk defa Ömer bin Abdülaziz tarafından yaptırıldı. Mısır sultanı Kayıtbay tarafından da yenilendi. Bugünkü mihrab Efendimizin namaz kıldırdığı yerden yaklaşık yarım metre doğuya kaydırılmıştır. Efendimizin secde ettiği yer şimdiki mihrabın ortası değil, mihrabın sağ kemerinin altıdır. Üzerinde “Peygamber (a.s.)’in namaz kıldığı yer burasıdır.” yazılıdır.Mihrab bu şekilde yapıldığı için, Rasulullah Efendimizin secdede mübarek başını koyduğu yere ayakla basmak imkansız hale gelmiş, burada namaz kılan secde ettiğinde Efendimizin ayaklarının bastığı yere secde etmiş olur. 2- Hz.Osman (r.a.) Mihrabı: Mescidin kıble duvarına bitişik olan mihrabdır. Hz. Osman (r.a.) döneminde yapılan mescid genişletme çalışmalarından sonra Hz. Osman (r.a.) halka namazı burada kıldırmaya başladı. Bu mihrabı da ilk defa Ömer bin Abdülaziz yaptırmış, Sultan Kayıtbay tarafından yenilenmiştir. 3- Osmanlı ya da Süleymanî Mihrabı: Minberi Şerifin hizasındaki üçüncü sütunun yanındaki mihrabdır. Kanunî Sultan Süleyman tarafından “Rasulullah’ın namaz kıldığı yerde durmaktan haya ederim.” düşüncesi ile yaptırılan, minberin sağ tarafındaki mihrabtır. 4- Teheccüd Mihrabı: Hücre-i Saadetin kuzey duvarına bitişik olan mihrabtı. Rasullullah Efendimiz, insanlar istirahate çekilince buraya gelir teheccud namazı kılardı. Durum Sahabe tarafından fark edilince onlar da namaza iştirak etmeye başladılar. Birkaç gün içinde sayıları o kadar artmıştı ki, Efendimiz “Ümmetimin üzerine gece namazı farz olur da, sonra buna güç yetiremezler” düşüncesiyle burada namaz kılmayı terk etmiştir. Önceleri mihrab yerini korurken, son dönemde Suudiler tarafından kapatılmıştır. Ashabı Suffe yönünden Maksûreye bakıldığında sol taraftaki kemerin altındaki çıkıntılı kitaplığın olduğu yerdir. 5- Hz. Fatıma (r.anha) Mihrabı: Maksûre’nin içindeki Hz. Fatıma (r.anha)’nın evinin içindedir. Dışardan görülmesi imkansızdır.

PEYGAMBERİMİZ’İN MİNBERİ
Asr-ı Saadette Efendimiz hutbe irad ettiği zamanlar ayakta duruyordu. Uzun süre ayakta kalınca yoruluyordu. Bir hurma kütüğü getirildi ve Efendimiz bu kütüğe yaslanarak hutbelerine devam ettiler. Cemaat çoğalınca Sahabenin tamamını görebileceği, ashabın da Efendimizi rahatça görebileceği bir minber yapmayı düşündüler. Efendimizin de onayı ile üç basamaklı bir minber yaptırıldı.Peygamberimiz, Cuma günü hutbesini yeni minberden irad etmeye başlayınca, önceden yaslanarak hutbe okuduğu hurma kütüğü, Peygamberimizden ayrı kalmaya dayanamamış, ızdırablı deve yavrusunun inlediği gibi ses çıkarmaya başladı. O anda mescid de bulunanlar da bu sesi işittiler. Peygamberimiz minberden inerek hurma kütüğünü kucakladı, okşadı. Kütüğün inlemesi kesildi. Peygamberimiz “Eğer ben onu kucaklamamış olsaydım, kıyamet gününe kadar böyle inleyip duracaktı.”[4] buyurdu.Peygamberimiz hurma kütüğü ile konuşmuş ve ona: “İstersen seni eskiden bittiğin yere götürüp yeniden dikeyim. Eskisi gibi yeşer meyve ver, istersen de cennete dikeyim, cennet ırmaklarından iç, yetiş meyve ver ve onu cennet ehli yesin, nasıl istersen öyle yapayım.” buyurdu. Hurma kütüğü ahireti tercih etti. Efendimizin emriyle bu kütük minberin altına defnolundu.[5] Hasan-el Basri, bu kütük mucizesinden bahsederken ağlar: “Bir kütük Rasulullah’ın yanından ayrıldım diye ağlarken, sizlerin Rasulullah’ın hasretiyle yanmanız, ona kavuşmak istemeniz gerekmez mi?” derdi.Evet, Peygamber sevgisiyle inleyen bir kütük! Efendimiz sevilecekse böyle sevilmeli idi. Şimdiki minber ise Osmanlı padişahlarından Sultan III. Murad tarafından hediye edilmiştir.

RAVZA-I MUTAHHARA’DAKİ DİREKLER
1- Muhallaka Direği Güzel koku saçan yada Mülhika direği olarak bilinir. Peygamber Efendimizin mihrabına bitişik olan direktir. Efendimizin hasretine dayanamayan hurma kütüğü buraya defnedilmiş ve defnedildiği yerden güzel kokular yayılmıştı. Peygamberimizin namaz kıldığı bir yerdir. Malik bin Enes: “Yalnız kılınan namazların en faziletlisinin, bu sütunun dibinde kılınan namaz olduğunu” söyler ve herkese tavsiye ederdi. Halife Harun Reşid’in annesi de safran ve diğer maddelerin karışımıyla yapılan güzel bir kokuyu bu sütuna sürdürmüştür. 2- Hz. Âişe Direği Hz. Âişe validemizin ismiyle anılır. Kıblenin değiştirilmesinden sonra Peygamberimiz on gün burada namaz kıldırmış, daha sonra mihraba geçmişlerdir. Defalarca burada namaz kıldırmışlardır.Âişe validemiz mescid de namaz kılmak istediğinde burayı tercih etmiş ve Efendimizin şöyle buyurduğunu ifade etmiştir: “Mescidimde bu sütünun yanında öyle bir yer vardır ki, insanlar onun faziletini bir bilselerdi, orada namaz kılabilmek için aralarında kur’a çekerlerdi”: bundan dolayı bu direğe Kur’a direği ismi verilmiştir.[6]Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer bu sütunun yanında namaz kılmayı alışkanlık haline getirdiklerinden Muhacirun sütunu da denmekte idi. 3- Tevbe Direği Tevbe yada Ebû Lübâbe direği olarak bilinir. Peygamber Efendimiz, Yahudilerden Benî Kureyza kabilesi ile savaş halindeydi. Bu kabile elçi olarak eski dostlukları sebebiyle Ebû Lübâbe’yi çağırarak istişare ettiler.Peygamberimizin teklifi gereği kaleyi terk etmek veya savaşmak konusunda fikrini sorduklarında, Ebû Lübâbe; Efendimizin emri gereği hisardan dışarı çıkmaktan başka yapacak bir şeylerinin olmadığını söylerken, eliyle de boğazını işaret etmiş, hepsinin boyunlarının uçurulacağını ima etmişti.Ebû Lübâbe hatasını hemen anladı. “Allah’a ve Rasulune ihanet ettim” diyerek pişmanlık içerisinde mescide geldi ve kendini bu direğe bağladı. Onbeş gün direğe bağlı kaldıktan sonra; “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasülüne hainlik etmeyin; bile bile kendi emanetlerinize ihanet etmiş olursunuz.”[7] ayeti nazil olmuş, Efendimiz tevbesinin kabul edildiğini bildirmiş ve onu kendi elleri ile çözmüştür.Peygamber Efendimiz nafile namazlarını bu sutunun yanında kılar, sabah namazından sonra bu direğe yaslanır, yeni inen ayetleri ashabına okur, rüya görenlerin rüyasını tabir ederdi. 4- Serir Direği Rasulullah Efendimiz itikaf (kişinin ibadet niyetiyle kendisini bir süre dünya işlerinden ayırarak mescidde Allah’a yönelmesidir.)’a girdiklerinde, hurma dalları ve liflerinden yapılmış hasırını buraya serer, üzerine yastık koyar ve istirahat ederlerdi. 5- Hares Direği Koruma (bekçi) direği yada Hz. Ali direği olarak da bilinir. Peygamberimizin Hâne-i Saadetlerinin kapısının yanındaki direktir. Hz.Ali ve bazı sahabiler Peygamber Efendimizi korumak için burada muhafızlık görevi yaparlardı. “Allah seni insanlardan koruyacaktır”[8] ayeti nazil olunca, Peygamberimizin emri ile burada nöbet bekleyenler bu vazifeyi bıraktılar. 6- Vufud Direği Heyetler sutunu olarak bilinir. Peygamber Efendimiz, kendisiyle görüşmeye gelen heyetleri burada kabul ederdi. Ashabın ileri gelenleri de burada toplandıklarından buraya Meclis-i Kılâde yada Gerdan Meclisi denirdi. 7- Teheccüd Direği Peygamberimizin Ramazanın son on gününde İtikaf’a girdiği ve teheccüd namazlarını kıldığı yerdir. Maksurenin içinde kaldığı için dışardan görülmez. 1481 de çıkan yangında eski sutunlar kısmen veya tamamen yanmış, yerlerine yeni direkler konularak üzerlerine Sultan III. Selim’in emri ile isimleri yazdırılmıştır.

ASHABI SUFFE
Mescid-i Nebevi’nin kuzey duvarında, hurma dallarıyla bir gölgelik ve bir sundurma yapılmıştı. Buna “Suffa veya Gölgelik” denilirdi. Burada kalan Müslümanlara da “Ashab-ı Suffa” ismi verildi. Burada kalan sahabilerin büyük çoğunluğunu Medine’ye hicret eden, evleri, akrabaları olmayan kimsesiz, bekarlar teşkil ediyordu. Sayıları 70 kadar olan bu sahabiler çoğu günlerini oruçlu geçirirlerdi. Akşam olunca evinde ikram edecek bir şeyleri olanlar birer ikişer onları yemeğe götürürlerdi. Kalan olursa Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ya birilerine havale eder ya da kendi misafir ederdi. Bazı geceleri aç geçirirler ertesi güne erdiklerinde açlıkları bakışlarından anlaşılırdı. Çok zayıf kimselerdi. Maişetleri ile bizzat Peygamberimiz ilgilenirdi. Efendimize gelen sadakalar el sürülmeden Suffe ashabına ulaştırılırdı. Peygamberimiz onların yanlarına uğrar, ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. Giyecek tek bir elbiseleri olup, avret yerlerinin açılmaması için yürürken elleriyle kapatırlardı. Ebû Hureyre şöyle rivayet eder: “Suffe ehlinden yetmişini gördüm, onlardan birinin üstünde bir cübbesi bile yoktu, bir izarı vardı. Onu da omuzlarına bağlamışlardı ki avret yerleri görünmesin.” Açlıktan dermanları kalmamış, kıyamda iken sık sık yere düşüyorlar, namazı zor tamamlıyorlardı.[9] Bu hâli gören yabancılar: “Bunlar deli!” derlerdi.[10]

Ashabı Suffe zamanlarının çoğunu ilim tahsil etmek ve Kur’an ezberlemekle geçirirlerdi. Yeni nazil olan ayetleri Peygamberimiz onlara bildirir ve ezberlettirirdi. Onlar kendilerini ilme vakfetmiş ilim aşığı talebelerdi. Kur’anı, sünneti çok iyi bilirlerdi.Yeni Müslüman olan kabilelere islamı öğretmek için görevlendirilir, onların da dini öğrenme ihtiyaçları bu şekilde karşılanmış olurdu. İçlerinden evlenenler, Suffe den ayrılır, yerlerine başkaları alınırdı. Şu ayetin Ashabı Suffa hakkında olduğu da rivayet edilmiştir. “Sadakalar, kendilerini Allah yolunda hizmete ayırmış fakirler içindir ki onlar yer yüzünde dolaşıp hayatlarını kazanmaya fırsat bulamazlar, onların hallerini bilmeyen kimse istemekten çekindikleri için onları zengin sanır. Ey Habib’im sen onları yüzlerinden tanırsın, yoksa onlar insanlardan ısrarla bir şey istemezler ve siz her ne bağışta bulunursanız, şübhesiz Allah onu hakkıyla bilir.”[11]Tam manasıyla Allah yoluna kendilerini vakfetmiş bulunan bu güzide sahabiler, Resül-ü Kibriya Efendimizin hiçbir nasihatini, hiçbir hitabesini kaçırmazlardı. Daima orada hazır bulunur, irad edilen hitabeleri ve öğütleri hıfz edip diğer sahabilere de naklederlerdi. Bu bakımdan İslami hükümlerin muhafaza ve naklinde Ehli Suffa’nın hizmet ve gayretleri vardır. Kur’an nurunun kısa zamanda alemin her tarafına süratle yayılmasında bu ilim heyetinin büyük payı vardır. Bu bakımdan İslam tarihinde Ehli Suffa ayrı bir yer tutar. Efendimizden en çok hadis rivayet eden Ebû Hureyre de ashabı Suffa’dan dır. Ashab-ı Suffa bir nevi ilk İslam Üniversitesidir.

Kapat

Eposta adresinizi kaydedip yenilik ve kampanyalardan haberdar olabilirsiniz.

Tüm Görüş, Öneri, Şikayet ve Talepleriniz İçin Bizimle İletişime Geçebilirsiniz.

Form Taramıza Ulaşmıştır
Mesajınız tarafımıza başarıyla ulaşmıştır, en kısa zamanda geri dönüş yapılacaktır.
irtibat
+90 532 723 7176

7/24 Danışma Hattı